Fi dizisi ve müşteriye “Hayır” deme sanatı


Yazan: Güventürk Görgülü

İnternette yayınlanan Fi dizisini seyrettiniz mi?

Seyretmeyenlerin bir bölümü “O da nedir” diye soracaktır, ama sanırım izlemeyenlerin de önemli bir bölümünün bu diziden haberi vardır.

Puhu TV, belki biliyorsunuz NTV’nin de dahil olduğu Doğuş Grubu’nun bir girişimi. NetFlix veya Doğan Grubu’nun Blu TV’si türü yeni nesil dijital yayıncılık platformu olarak tanımlayabileceğimiz Puhu TV’nin en ayırt edici özelliği, rakiplerinden farklı olarak halihazırda ücretsiz, hatta üyelik bile gerektirmeden hizmet vermesi. Örneğin yerli rakibi BluTV, aylık abonelik esasıyla çalışıyor. Her iki platformu kullanarak popüler sinema filmlerini, TV dizilerini, çocuk çizgi filmlerini yüksek çözünürlüklü olarak akıllı TV’lerinizden. bilgisayarlarınızdan , tabletlerinizden ya da telefonlarınızdan izleyebiliyorsunuz. Ancak her iki platformun da içeriği yalnızca popüler filmler ve dizilerle sınırlı değil. Bir de o platform için yani yalnızca internetten izlenmesi için üretilmiş diziler, filmler var. Örneğin BluTV’de yayınlanan Masum sanırım bu türün ilk örneğiydi ve BluTV başka dizilerle devam ediyor. Diğer yandan Puhu TV de Fi adlı dizisiyle özel prodüksiyon yarışına girdi ve içeriği ücretsiz olarak sunmasının da katkısıyla oldukça popüler hale gelmeyi başardı.

Doğrusunu isterseniz ne TV’den ne de internetten dizi seyretmek pek adetim değildir, ama Fi’nin 12 bölümünü de izledim. İtiraf etmem gerekirse başlangıçta internet için üretilen bir yerli dizinin nasıl olacağını merak etmiştim, ama sonrasında oturup bayağı yeni bölümün yayınlanmasını bekler hale geldim. Tabii izlemek için abonelik vb. işlerle uğraşmama gerek olmaması da seyretmemde etkili olmuştur.

Neyse uzatmayayım, Fi dizisi, izleyiciye ücretsiz ulaştığı için yayıncısına elbette reklamla para kazandırıyor. Her şeyden önce bölümler reklam kuşaklarıyla birlikte yayınlanıyor. Yani aynı TV’de olduğu gibi 60 dakikalık bir bölüm içinde, her seferinde ortalama 2-3 film olmak üzere 4-5 kuşak reklam seyrediyorsunuz. Bu zaten TV’lerden alışık olduğumuz bir durum. İkinci kazanç yöntemi ise “ürün yerleştirme” olarak adlandırılan uygulama. Türkiye’de TV’lerde RTÜK düzenlemeleri nedeniyle görece az kullanılıyor ama yine de “Bu programda ürün yerleştirme bulunmaktadır” ibaresine çok yabancı sayılmayız. Yerli-yabancı sinema filmlerinde ise daha sık karşılaştığımız bir yöntem.

“Yerleştirme” dediğimiz şey kısaca, senaryo akışı içinde ve elbette senaryo bağlamına uygun olarak bir markanın görünür hale getirilmesi demek. Yerleştirme ne kadar doğal ve hissettirmeden yapılırsa o kadar başarılı addediliyor. Zira izleyici de o markayı filmin doğal akışı içinde algılıyor ve bu nedenle yerleştirmenin tüketici üzerinde reklamdan çok daha farklı ve yüksek bir etkisi oluyor.

Fi dizisinin başlangıcında, ürün yerleştirmelerle senaryo arasında görece bir “bağlam uyumu” vardı ve bu uyum izleyiciler açısından pek sorun yaratmıyordu. Ancak ne olduysa ilerleyen bölümlerde oldu. Yapılan iş, dizinin içine ürün yerleştirme olmaktan çıkıp adeta reklamın içine dizi yerleştirmeye doğru evrildi.

(Aşağıda seyredemediğiniz videoda Fi dizisi içinde yer alan 26 saniyelik bir ürün yerleştirme örneği bulunuyordu. Sahnede, senaryoya oldukça iğreti bir bağlantıyla, Bilge adlı karakter arkadaşından Eti Browni istiyor ve tamamen bir reklam filmi oyunculuğuyla ürünü açıp yiyor. Konunun daha iyi anlaşılması için buraya yerleştirdiğimiz bu küçük video ne yazık ki Doğuş Digital’in telif hakkı talebi nedeniyle YouTube tarafından engellendi.)

Baş erkek oyuncunun Samsung S8 ilanına bakıp “Sınırları kaldırın” diye çevresindekilere fırça atması, baş kadın oyuncunun sürekli Lifalif’le (yulaf ezmesi) kahvaltı yapması, bir diğer oyuncunun kriz anında arkadaşından “Browni” isteyip dudaklarına bulaştırarak yemesi, medya patronu karakterinin Vodafone Arena’nın ortasında, kocaman Vodafone yazısıyla birlikte yeni sezon için “Totem” yapması ve benzerleri…

Diyebilirsiniz ki “Ne olmuş birkaç saniyelik bir olay sonra tekrar dizi devam ediyor nasıl olsa”. Evet, doğru. Birkaç saniye, ama o birkaç saniye sizi senaryonun içinden alıp dışarı fırlatıveriyor, tüm konsantrasyonunuzu alt üst ediyor. Mesela bölümün en gerilimli anında, başrol oyuncuları bir otomobilin içinde deli gibi giderken siz aradaki gerilime mi odaklanacaksınız yoksa olayın içine yerleştirilen ve gözünüze sokulan otomobilin yol tutuş yeteneğine mi? Yanılmıyorsam 11’inci bölümün sonlarında bu yerleştirme anlayışının şahikasına vardık. Hiç gerek yokken biri “Çantaları alın Amarok’a (VW’nin dört çekişli kamyonet modeli) yerleştirin” dedikten sonra uzunca bir süre Amarok’un orman yolundaki maharetlerini izledik ve sonra tekrar öykünün içine dönmeye çalıştık.

Bu durumdan yalnız ben mi rahatsız oldum acaba diye merak ederken sosyal anket platformu Poltio’da bir anket oluşturarak başkalarına da sordum (Bakın ben de şimdi yazının içine Poltio’yu yerleştirmiş oldum). Ankette basitçe, “Fi dizisinin ilk sezonunu izlediyseniz, dizideki ürün yerleştirmeleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?” diye sordum. Ankete altı gün içinde 65 kişi cevap verdi. Cevap verenlerin yüzde 44,6’sı yerleştirmeleri çok abartılı bulduğunu ve rahatsız olduğunu söylerken yüzde 24,6’sı da abartılı olmakla birlikte bunun bir para kazanma modeli olması nedeniyle katlanmak zorunda olduğunu söyledi. Ankete katılanların yüzde 18,5’i abartılı bulmamakla birlikte gelecek bölümlerde biraz daha dikkat edilmesi gerektiği yönünde görüş beyan ederken, yüzde 12,5’i ise “Yerleştirmelerin farkında bile değilim” seçeneğini işaretledi. Sonuç olarak diziyi seyredip ankete katılanların yüzde 69,2’sinin ürün yerleştirmelerinden rahatsız olduğu sonucu çıktı. Yani durumdan rahatsızlık duyan yalnızca ben değilmişim.

(Yazı devam ediyor)

Dediğim gibi dizi; senaryo, yönetim, çekim kalitesi, oyunculuk vb. pek çok açıdan son derece iyi ve düzeyliydi. Ancak “ürün yerleştirme” kavramı izleyiciyi rahatsız edecek, hatta dizinin kalitesini düşürecek boyutta yorumlanmıştı diyebilirim. Evet, bu işler son derece meşakkatli ve pahalı. Ancak ortaya koyduğunuz gelir modelinin de sürdürülebilir olması bir o kadar önemli. Sürdürülebilir olması için de yarattığınız gelirin ana kaynağını, yani izleyiciyi hiç bir zaman gözardı etmemeniz gerekiyor. Diğer yandan size reklam, ürün yerleştirme, sponsorluk gibi her ne ad altında olursa olsun para veren şirketlerin beklentilerini de gözönüne almak zorundasınız. Ancak bu beklentilerin izleyici gözünde ne anlama geleceği konusunda inisiyatifin hep sizde olması gerektiğini de unutmamalısınız. Yani toplantı masasında karşı karşıya oturduğunuz şirkete reklam vermekle ürün yerleştirmek arasındaki farkı açıklamak sizin göreviniz.

Uzun süreler pazarlama ve pazarlama iletişimi işiyle uğraşanlar çok iyi bilirler ki, bu işlerden kazanılan paranın çok büyük bir bölümü müşteri isteklerine “evet” diyerek değil “hayır” diyerek hak edilir. Zira müşteri istekleri sonsuzdur ve gerçek koşullarla müşteri isteklerini dengelemek, pazarlamacının veya iletişimcinin görevidir. Masada “Evet” dediğiniz şeyle sahada ortaya çıkacak olan sonucun müşterinin nihai amacından sapması uzun vadede ne müşteriye ne de size yarar sağlar.

Bu yazının Dünya Gazetesi’nde 30 Haziran 2017’de yayınlanan kısa versiyonuna buradan ulaşabilirsiniz.

RSS abonesi olun
Etkinliklerimizden haberdar olun
YouTube kanalımıza abone olun
Pinterest\\\
fb-share-icon
LinkedIn\\\
Share
Instagram\\\
Bizi Telegram kanalımızdan izleyin